0.542. 537 86 70

Kahramanmaraş olayları (2)

Kahramanmaraş olaylarının duruşmaları Adana Atatürk Spor Salonunda gergin bir ortamda yapılıyordu.

2019-12-02

DURUŞMALARIN SEYRİ

Çukurovalı meslektaşlarım, tutuklu sanıkların duruşmalar sırasında başlarına buyruk hareket etmeleri yüzünden, mahkeme heyetinin zor anlar yaşadıklarını hatta bu stres ortamı nedeniyle mahkeme heyetinin değiştiğini söylüyorlardı.

Hava sıcaklığı nedeniyle duruşmalar saat 14:00’de bitiyordu, biz de hep birlikte Onbaşılar lokantasına giderek yemek yiyor ve duruşmaları değerlendiriyorduk.

Kahramanmaraş olayları için hazırlanan iddianameyi incelediğimde ilginç ifadeler buluyordum.

Örneğin…

Daha önceleri Kahramanmaraş’ta milli piyango bileti satılmazmış, katliamdan bir hafta önce Kahramanmaraş’ta milli piyango bileti satılmaya başlamış.

Duruşmalara ara verildiği günlerde olaylarla ilgili yaptığım araştırmalarda duruşmaları izleyen mağdur yaınları daha önce Kahramanmaraş’ta seyyar milli piyango satıcısı görmediklerini, daha sonra ise tanımadıkları kişilerin kent içinde dolaşarak MP bileti sattıklarını gördüklerini söylediler.

Olaylarda ölenlerin yakınlarıyla konuşarak bilgi topluyordum.

Hangi gündü şimdi anımsamıyorum; ama işte o günkü duruşma oldukça ilginç ve heyacanlı geçiyordu; çünkü katliamlar sırasında sanırım YSE ( Yol Su Elektrik) kurumunun şube müdürü olan alevi yönetici kaçanları alevi-sünni diye ayırmaksızın kurumun araçlarının olduğu makine parkına sığınmalarını sağlamış, sonra da dozer, kepçe gibi araçları demirkapının arkasına dayattırarak içeri girilmesini engellemiş.

Tutuklu olan alevi müdür yapılan duruşma sonunda tahliyesine karar verilmişti.

Tahliye işlemi tamamlanınca onlarca araçtan oluşan büyük bir konvoy ile köye girdik.

Köy meydanının ortasında ak sakallı bir adam bastonuna dayanmış oturuyordu.

YSE müdürü olarak tanıdığım o alevi müdür otomobilden inip o ak sakallı adamın yanına gitti, eğildi elini öptü, o yaşlı adamın dudakları titredi, göz yaşlarını gizlemeye çalışarak, elini kaldırıp saçlarını okşadı.

Dedesiymiş…

Köyde ilgimi çeken bir olayda gençlerin attıkları sloganların farklı sol örgütlere ait oluşuydu.

Köyün kaç hane olduğunu sorduğumda 250 olduğunu öğrendim. İlginç olan 250 haneli bir köyde neredeyse 15-20 farklı sloganın atılmasıydı. Bu olayı değerlendirdiğimde Türkiye’de Sol’un kaç parçaya bölündüğü gerçeğini gördüm.

Köylerin genelde yüksek kesimlerde olmasının nedeni ise güvenlikle ilgili bir önlemdi.

Daha sonraki duruşmalarda daha duygusal anlar yaşandı.

Hakim sanığa soruyor.
- …senin komşunmuş, sen Maraşta olmadığın zaman hastalanan karını hastaneye götürmüş, onunla ilgilenmiş, peki sen onun ev eşyalarını niye pencereden dışarı attın.

Sanık yanıtlıyor:

- Hakim bey, birileri bize dediler ki, Alevileri evlerinden atarsanız o ev sizin olacak. Nefsime yenildim.

Adını ve kimliğini şu an anımsayamadığım o kişinin verdiği ifade dünmüş gibi belleğimde.

Duruşma sırasında bu sanık komşusuna dedi ki:

“Beni Allah affetse, mahkeme affetse bile önemli değil, sen beni affetmedikçe ben bu azapla yaşıyamam, hakkını helal et, sana yanlış yaptım. Sen benim karımı hastaneye götürdün, ilgilendin; ama ben ne yaptım, sana kalleşlik yaptım..”
Ve bu sanık bir daha ki duruşmaya gelmemişti. Sorduk, dediler ki o duruşmadan sonra öldü.

İçimiz burkuldu.

Duruşmalar sırasında adından en çok söz edilen kişi Ökkeş Kenger adında birisiydi.

Her şeyi onun düzenlediğini söylüyorlardı.

Katliamdan önce Alevilerin oturduğu evlere kırmızı renkli X işaretlerini o koydurmuş.

Olaylar sırasındaki adı Ökkeş Kenger olan kişinin sonradan soyadını Şendiller olarak değiştirdiğini ve milletvekili olduğunu öğrendim.

Bazı evlerin, dükkanların camlarında üç hilalin çizilmiş olması ülkücü kesimi zan altında bırakıyordu.

Aradan 41 yıl geçti. Kahramanmaraş olayları ile ilgili daha değişik bilgiler bulmak mümkün.

İnternette bulunmayan bilgiler arasında benim yaşadıklarım duruşma salonunda gördüklerimdi.

O yıllarda Milliyet Gazetesi’nin Adana muhabiri olan Muzaffer Bal, birgün bana, “Atilla otelde rahatmısın, gelip giderken rahatsız eden oluyor mu?” gibi bir şeyler sordu. Önce anlam veremedim; ama içime kurt düştü. Cumhuriyet’in Adana Büro Şefi Mehmet Çoban’a anlattım, “dikkatli ol, bir şekilde Cumhuriyet’in İstanbul’dan muhabir gönderdiği duyulmuş” dedi.

Duruşmalardan sonra kaldığım otele giderken hafiyecilik oynayarak gidiyordum. Örneğin izlenip izlenmediğimi anlamak için vitrin camlarından ürünlere bakıyormuş gibi yaparak arkamda kimse var mı, yok mu onu anlamaya çalışıyordum.

Birgün iki kişinin izlediğini gördüm, iyice emin olduktan sonra şaşırtmaca verip otele döndüm, bir de ne göreyim beni izleyenler lobide oturmuş beni bekliyorlar. Doğruca yanlarına gittim, oturdukları yerden kalkıp yanıma geldiler ve benimle konuşmak istediklerini söylediler.

Meğerse olaylarda ölenlerin yakınlarıymışlar, Cumhuriyet muhabiri olduğumu öğrenince benimle konuşmak istemişler.

Her ne hikmetse 41 yıl sonra yeniden Alevilerin oturdukları evler işaretlendi.

Yoksa yine aynı senaryo; ama bu kez oyuncuları mı değişti?

Bu satırları yazarken 41 yıl öncesine gittim. Yani o yıllarda 30’lu yaşlardaydım. Haber peşinde koşarken tarlada da yattım, sabahçı kahvesinde de sabahladım, bir tas çorbayla iki gün geçirdiğim zamanlarda oldu.

Kahramanmaraş’ın dağ köylerinden birine giderken başıma bir şey gelir mi diye düşünmediğim gibi, bana bir şey olursa eşime, oğluma ne olur diye de bir kaygım yoktu; çünkü çalıştığım gazeteye Cumhuriyet’e çok güveniyordum, orası baba evim gibiydi.

Bir gazetecinin çalıştığı gazeteye güven duyması ona güç verir.

Ya şimdi ?

İşte bundandır ki genç meslektaşlarım benim ne demek istediğimi kolay kolay anlamazlar…

Sepetim