© Aydın Şafak

DSP Genel Başkanı Aksakal Merkezi Yönetim Bütçesini değerlendirdi…

Demokratik Sol Parti (DSP) Genel Başkanı Önder Aksal 2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçeleri’nin TBMM Genel Kurulu’nda onaylanarak kabul edilmesi sonrası bir basın toplantısı düzenledi. Merkezi Yönetim Bütçesinin ülkeyevemillete hayırlı olmasını dileyen Aksakal, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda ilk toplantısı yapılan 2026 yılı Asgari Ücreti ve emeklilerin durumları ile ilgili görüşlerini ve çözüm önerilerini de kamuoyu ile paylaştı.

Aksakal basın açıklamasında; 2026 yılı bütçesinde yatırımların düştüğünü, sosyal güvenlik önlemlerinin işçi ve işveren lehinde olmadığını, işverenler için geçen yıl 5 puandan 4 puana düşürülen prim desteğirir, bu yıl da 2 puana düşürülerek diğer desteklerin kaldırmasının hedeflendiğine dikkat çekti.

“Nüfusun yüzde 10’u toplam gelirin yüzde 75.6’sını elde ederken yüzde 90’ı gelirin yüzde 24.4’ünü elde edebiliyor” diyen DSP Genel Başkanı Aksakal, “Bu adaletsiz dağılım eğitim, sağlık, ulaşım, barınma gibi konularda büyük sorunlar çıkarırken nüfus artış hızımızın düşmesinin de en büyük nedeninin bu olduğunu düşünüyoruz. Sayın Maliye ve Hazine Bakanımıza hatırlatmak isterim ki gelir adaletsizliğinde Avrupa’da birinci sıradayız” şeklinde konuştu. 

DSP Genel Başkanı Önder Aksal’ın basın metni şöyle:

“Bildiğiniz gibi parlamentonun ana gündemi 2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi görüşmeleriyle yoğunlaştı ve dün itibariyle kurumlarımızın Bütçeleri Genel Kurul’da oylanarak kabul edildi.

Bugünden sonra da 2026 yılı Bütçe Kanununun maddeleri üzerinde görüşmeler 21 Aralık tarihine kadar sürecek ve hayırlısıyla bu süreç de böylece tamamlanmış olacak.

2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin ülkemize, devletimize ve milletimize hayırlı olmasını diliyoruz.

Bütün bunların yanında önümüzde duran ve aynı zamanda bir de yine 2026 yılında uygulanacak olan Asgari Ücretin tespit edilmesi konusu var.

Ülkemizin şu anda her anlama en büyük sorunu olan ekonomi konusunda bu hafta Mecliste görüşmeleri devam eden 2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile işçi kesimini temsilen TÜRK-İŞ’in katılmadığı Asgari Ücret Tespit Komisyonunda ilk toplantısı yapılan 2026 yılı Asgari Ücreti ve emeklilerin durumları ile ilgili görüşlerimizi ve çözüm önerilerimizi sizler aracılığıyla kamuoyumuzla paylaşacağım.

Değerli basın mensupları,

Öncelikle 2026 Bütçesine ilişkin önemli birkaç başlığa kısaca değinmemiz de gerekirse;
2026 Bütçesine herkesin anlayabileceği açıdan baktığımızda giderlerimizin 18.9 trilyon lira, gelirlerimizin de 16.2 trilyon lira olarak öngörüldüğü, dolayısıyla bütçe açığının da 2.7 trilyon lira olarak gerçekleşeceği kabul ediliyor.

Gelirlerin yüzde 98.1’ini de vergiler oluşturuyor ki, yine dolaylı vergiler yüzde 61.99, doğrudan vergiler ise yüzde 37.22 oranında teşekkül ediyor. Bütçenin gerçek geliri ise maalesef yüzde 1.09 olarak görülüyor.

Hazırlanan bütçede Millî Savunma Bakanlığına 823 milyar lira, Milli Eğitim Bakanlığına 1.9 trilyon lira, Sağlık Bakanlığına 1.5 trilyon lira, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına 532 milyar lira ayrılırken, faiz ödemelerine 2.742 trilyon lira, belirli şirketlere uygulanacak teşvik istisnası ve olası vergi borçları için 3.597 trilyon lira, garantili Müteahhit ödemeleri için 238 milyar lira ödenek ayrılmış.

Bu manzara karşısında Sayın Maliye ve Hazine Bakanımızdan “bu nasıl bir performans bütçesidir?” sorusunun makul ve anlaşılır yanıtını bekleme hakkımız doğmaktadır.
Bu bütçede yatırımlar düşüyor, sosyal güvenlik önlemleri işçi ve işveren lehinde değil, işverenler için prim desteği geçen yıl 5 puandan 4 puana düşürülmüştü, bu yıl da 2 puana düşürülerek diğer desteklerin kaldırması hedefleniyor.

Yeni Asgari Ücretin belirlenmesiyle ve talep kesici önlemlerle birlikte yük daha da ağırlaşacak ve üretim kalitesi düşecek, kayıt dışı ve merdiven altı üretim daha da yaygınlaşacaktır.

Buradan Sayın Cumhurbaşkanımıza bir çağrıda bulunmak istiyorum; işverenler için geçen yıl 5 puandan 4 puana düşürülen ve bu yıl da 2 puana indirilecek prim desteği ve diğer indirimleri içeren bu tasarıyı sakın imzalamayın!

Kamu İktisadi Teşekkülleri reformları ve alacak tedbirleri de oldukça yetersiz.
Geçen basın toplantımızda anlattığımız şüpheli alacakları nakte çevirme yöntemi ivedilikle hayata geçirilmelidir. Gerçi Sayın Maliye ve Hazine Bakanımız bunu reddetti, “mümkün değil” dedi ama bu şartlar altında ilk üç ay içerisinde önerdiğimiz noktaya gelineceğini düşünüyoruz.

Bu haliyle dolaylı vergilerin böyle yüksek bir oranda olması zaten çok bozuk olan gelir dağılımını olumsuz etkiler, halk büyümeyi cebinde hissedemez ve büyüme daha önce de belirttiğim gibi “hormonlu” kalır, dolayısıyla bu haliyle Bütçe halka refah sunamaz.
Nüfusun yüzde 10’u toplam gelirin yüzde 75.6’sını elde ederken yüzde 90’ı gelirin yüzde 24.4’ünü elde edebiliyor.

Bu adaletsiz dağılım eğitim, sağlık, ulaşım, barınma gibi konularda büyük sorunlar çıkarırken nüfus artış hızımızın düşmesinin de en büyük nedeninin bu olduğunu düşünüyoruz.
Sayın Maliye ve Hazine Bakanımıza hatırlatmak isterim ki gelir adaletsizliğinde Avrupa’da birinci sıradayız.

Daha 3 – 4 sene önce nüfusun yüzde 10’u gelirin yüzde 65 - 66’sına sahipti, uygulanan NAS politikası ve sonrasındaki yüksek faizli carry trade uygulamaları bu sonucun göstergesidir.
Bugün ikinci toplantısını yapacak olan Asgari Ücret Tespit Komisyonunda bir rakam belirlenmeyeceğini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız dün açıkladı. Zaten bizim de bu yönde bir beklentimiz henüz yok.

Zira Türk-İş henüz bir karar netleştirmedi, komisyonun yapısının değiştirilmesi noktasında da bir gelişme yok.

Ama biz yine de bu konuda katkımızı sunmaya devam edelim;

Değerli arkadaşlar,

Asgari Ücretin belirlenmesi konusunda sorun rakam belirleme düzleminde değerlendiriliyor. Oysa sorun sistemdedir.

Hep söyleyegeldik ve söylemeye de devam edeceğiz; asgari ücret düzeyindeki maaş vasıfsız eleman için verilen paradır.

Oysa hangi iş kolunda olursa olsun bir kişi en çok 3 yıl vasıfsızlık özelliğini kullanabilir. O süreden sonra çalıştığı iş kolonda artık vasıflı bir elemandır ve asgari ücretle çalıştırılmamalıdır.

Buradan Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımıza da seslenmek isterim, bu konuda hazırlanacak bir kanun tasarısını Meclise getirin, bu uygulama hayata geçirilsin hem işçi hem devlet, hem de oluşan kaynakla yaratılacak teşvikle işveren rahatlasın.

Bu sene asgari ücret tespitinde işçi kesimi olmayacak gibi görünüyor.

O zaman biz söyleyelim, yıl sonu tahmini enflasyonuna göre asgari ücretlinin geçen seneden yüzde 14.5 civarında da alacağı var, öncelikle işçilerin bu haklarının verilmesi gerekiyor.

Sayın Cumhurbaşkanımıza bir çağrım daha olacak; emekliler için Danıştay’ın verdiği emekli maaşlarından varsa SGK borçlarına karşılık yüzde 25 kesintiyi ya durdurun ya da ciddi bir süre maaşların alım gücü karşısında güçlendiği ortamda bunları tahsil edin.
Bu alacak miktarı 2026 Bütçesinde şirketlere uygulanacak 3.587 trilyon liranın yüzde 4’ünü geçmez.

Emeklilerimizin yüzde 96’sı 25.000 lira ve altında maaş almaktadır. Bu rakam açlık sınırının da altındadır.

Emeklilerimize en azından 8.000 lira seyyanen yapılacak bir maaş zammı ile bunun üzerinden artı enflasyon kadar bir zam yapılması onları insanca yaşam koşullarına bir adım daha yaklaştıracak, bu da bütçeye en fazla 1.5 - 1.6 trilyon lira kadar yük getirecektir. Ekonomimiz bu yükü kaldırabilir.

Bunun için kaynağın nasıl yaratılacağını daha önce de anlatmıştım.

Değerli basın mensupları,

Türkiye olarak önümüzdeki bir diğer önemli sorunun da bölgemizin terör yapılanmalarından arındırılması olduğu konusu tartışmadan varestedir.

Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından geçen sene bu konuda ortaya konulan çerçeve kapsamında bir gelişmenin halâ daha yaşanamamış olması olayın vahametini ve ciddiyetini bir kat daha artırmaktadır.

İmralı’da cezasını infaz etmekte olan terörist başının yapmış olduğu sözde barış ve demokrasi çağrısının içeriği ile bu çağrının Kandil’deki militanları düzeyinde yarattığı algının aynı düzeyde olmadığını arık herkes görmüş ve anlamış olmalıdır diye ümit ediyoruz.
Bu noktaya gelineceği konusundaki görüş ve düşüncelerimizi bir yıl öncesinde ve süreçte yeri geldikçe sizlerle paylaştık ve bugün maalesef aynı noktadayız.

Milli Birlik, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonunun 05 Ağustos 2025 tarihinde başlayan çalışmalarında ve devamındaki 19 toplantıda birçok toplum kesimini, terörden etkilenen bireyleri ve kuruluşları, gazetecileri, bilim insanlarını uzun uzadıya ve büyük bir sabırla dinledik.

Çalışmalar süresinde oluşan değerlendirmelerimizi ve önerilerimizi içeren raporumuzu da Meclis Başkanlığına Demokratik Sol Parti olarak ilk biz sunduk.

Bu raporumuzu sizlerle de paylaşmıştık.

Milli Birlik, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu üyesi 3 Milletvekilimiz de İmralı’ya giderek terörist başını ilk ağızdan dinlediler geldiler.

Ne konuştuklarını biz bilmiyoruz. Komisyonda okunan özet tutanak dışında bir bilgimiz de yoktur.

Ancak o özet tutanakta PKK elebaşının, Suriye’deki SDG için bir silah bırakma önerisinin açık şekilde olmadığı ve hatta SDG’nin “Yerel Polis Gücü” gibi bir yapılanmasının olabileceğine dair görüşlerini de paylaştığını görüyoruz.

Bu bile başlı başına sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu çerçeveye taban tabana zıttır.

Demek ki hadise burada başka Kandil’de ve Suriye’de başka tezahür etmektedir.
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet Şara ile SDG elebaşı Mazlum Abdi’nin imzaladıkları 10 Mart Protokolü kapsamında herhangi bir çalışmanın bugüne kadar gündeme gelmemesi bizim açımızdan garipsenecek bir durum değildi.

Zira buradaki iradenin terör örgütlerinde değil İsrail ve Amerika’nın elinde olduğunu defalarca dile getirdik, protokolün bir kandırmaca ve zaman kazanma taktiği olduğunu ifade ettik ve nitekim bugün durumun böyle gelişmekte olduğuna hep birlikte tanıklık ediyoruz.

Şimdi Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan’ın “SDG, İsrail’den kesinlikle cesaret alıyor. SDG hiçbir zaman muhalefetle beraber Esad’a karşı hareket etmedi” ifadelerini kullanması, SDG’nin IŞİD tehdidini gerekçe göstererek süreci uzatmaması” gerektiğine vurgu yapması malumun ilânından başka bir anlam ifade etmemektedir.

Zira başından beri bu konuda her türlü hazırlıklarını tamamlamak üzere olan Suriye PKK’sı SDG, İsrail’in açıktan, Amerika’nın perde arkasından desteğiyle defakto bir durum yaratma peşindedir.

Terör örgütüne bu yıl sonuna, yani 31 Aralık 2025 tarihine kadar bir süre tanındığı konusu sıkça işleniyor. Bu da doğru bir yaklaşım değildir.

Zira terör örgütleri bu gibi diplomatik yaklaşımlardan anlamazlar. Onlara anladıkları dilden konuşmak en doğru olanıdır.

Son günlerde DEM Partinin İmralı Heyeti adı altında kurumsallaştırılan bir yapısının bir takım siyasi parti ziyaretleriyle terör örgütünün bölücü ve ayrılıkçı talepleri topluma kanıksatılmaya çalışılıyor.

Bu kapsamda gerçekleştirdikleri MHP ziyaretleri sonrasında Sayın Bahçeli’nin, Sayın Pervin Buldan tarafından ifade edilen “sürecin ikinci aşamasına geçilmiştir” şeklindeki açıklamalarına altına imza atabilecek kadar cevaz vermesi hadisenin belirsizliğini güçlendirmekten başka bir işe yaramayacağını da söylemek isterim.

Bu nasıl bir yaklaşımdır?

Henüz birinci aşama olarak tanımlanan kriterler gerçekleşmemişken böyle bir yaklaşıma anlam yüklemenin zorluğu bir yana, Sayın Cumhurbaşkanı bu görüşlere de katılmaktamıdır anlamak mümkün değil.

Bir taraftan çizilen çerçeve, diğer taraftan da terör örgütünün silahlarının tümünü teslim ettiğini teyit edecek resmi bir çalışmanın sonuçları en azından var olan Komisyon gündeminde değerlendirilmeden bu gibi açıklamaların yapılıyor olması akıllara Sayın Cumhurbaşkanımızı boşa düşürme gayretleri mi var? sorusunu getirmektedir.
Kim buna tevessül ederse yanlış yapar.

Bu gelişmeleri Sayın Cumhurbaşkanımıza aktarması gerekenler de aktarmıyor ve perdeliyorlarsa daha büyük yanlış yaparlar ve bunlar yarın karşılarında asil Türk milletini görürler. Bizden söylemesi.

Türkiye Cumhuriyeti devleti bir müstemleke değildir, hangi konumda olursa olsun bir siyasi aktörün kendince kurgulamaya çalıştığı oldu bittilerle yönetilecek, hele hele şahsi kurgularını kadim devlet aklı diyerek esrarengiz hale getirilecek bir devlet hiç değildir.

Değerli basın mensupları,

Yakından takip ediyoruz ve üç gün önce İsrail’in New York Başkonsolosu Ofir Akunis, Tel Aviv merkezli bir haber kanalına verdiği demeçte Türkiye'yi resmen “düşman” olarak gördüklerini açıklamıştır.

Bu açıklama asla hafife alınamaz, sıradan bir Başkonsolosun “kişsel fikri” olarak adlandırılamaz.

Durum esasen ayniyle vakidir, esasen burada İsrail’in Türkiye’ye karşı bir düşmanlık içinde olduğu gerçeği gün yüzüne çıkmıştır.

Buna göre hareket etmek ve karar ihdas etmek mecburiyetindeyiz.

Zaman, süre, takvim, saat, dakika kavramları artık önemini yitirmiştir. Bu görüşümüz ciddiyetle dikkate alınmalıdır.

Demokratik Sol Parti olarak Meclis Başkanlığına sunmuş olduğumuz sürece dair raporumuzda da açıkça belirttiğimiz gibi bir kez daha tekrar etmek ve hatırlatmak isterim ki; sonsuz pişmanlıklar anlık zafiyetlerin koynunda beslenir!

Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun var olun.”

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER